İstişare (Müşavere)
“Asya’nın bahtının miftahı meşveret ve şûradır.” (Bediüzzaman)
Meşveret; en isabetli, en makul ve faydalı görüşü ortaya çıkarmak için herhangi bir meselede ehliyetli kimselerin fikirlerine müracaat etmek, oylarını almaktır. Bu da aklın ve ilmin gereğidir. Maddi ve manevi tekamülün mühim bir esası, bir temeli de müşaveredir.
Allah-ü Teala Hazretleri bir ayet-i kerimesinde Peygamber Efendimize “Ve şavirhüm fi’l-emr … ” buyurmuştur. Yani,
“İş hususunda onlarla müşavere et. Bir kere de azmettin mi artık Allah’a güvenip dayan. Çünkü Allah kendine güvenip dayananları sever.”160
Diğer bir ayet-i kerimede müminlerin vasıfları sayılırken bir sıfat olarak da
“İşleri de aralarında şurâ iledir.”161
buyrulmaktadır. Bu ayet-i kerimede “mü’minlerin işlerini meşveret ve şûra ile halletmeleri” başta Allah’a iman ve tevekkül olmak üzere, “büyük günahlardan ve fuhşiyattan içtinab”, “ilahi davete icabet”, “İslam’ın temel rükünlerinden olan namazın edası” gibi İslâm’ın temel prensipleri arasında zikredilmektedir.
Meşveretin ehemmiyetini te’yid noktasında fevkalade calib-i dikkat olan, Cenab-ı Hakk’ın her türlü istişareden muâlla ve müstağni olmasına rağmen Peygamberimiz (asm) ile istişarede bulunduğunu ifade eden şu rivayettir: Peygamberimiz (asm) şöyle buyurmaktadır:
“Rabbim ümmetim hakkında: ‘Onlara ne yapayım?’ diye benimle istişarede bulundu. Ben: ‘Ey Rabbim, ne dilersen onu yap. Onlar senin mahlukun ve kullarındır.’ dedim. Rabbim tekrar benimle meşverette bulununca, yine aynı şeyleri söyledim. Bunun üzerine Rabbim buyurdu ki: ‘Ey Muhammed, ben seni ümmetinden dolayı mahzun ve mükedder etmeyeceğim.’”162
Cenab-ı Hak sonsuz ilim ve iradesiyle beraber bir abdiyle meşverette bulunması, meşveretin ne kadar büyük bir mana taşıdığını ifade etmesi bakımından çok önemlidir.
Peygamber Efendimiz (asm) buyurmuştur:
“Müşavere edilen kişi emindir.”163
Kendisiyle istişare edilen kişi; emin, mütefekkir, müstakim, tesirata tabi olmayan, gadap göstermeyen, ciddi, sabırlı, halim ve hayırhah olmalıdır. Reyi alınan şahıslar kendi arzu ve temennilerini ibraza değil hakikati ortaya çıkarmaya müteveccih olmalıdır.
Ehli olan kişilerle istişare eden onların muhabbet ve teveccühünü kazandığı gibi kendi kadr ve kıymetini de arttırmış olur.
Resul-i Ekrem Efendimiz (asm) müşavere ile memur idi ve dünyevi ve uhrevi bütün işleri Vahy-i İlahi ile tanzim edilmesine rağmen, birçok işlerinde ashab-ı kiramı ile müşaverede bulunurdu. Meselâ; Medine’deki münafıkların reisi olup Peygamberimizi (asm) zaman zaman bir çok sıkıntılara maruz bırakan Abdullah b. Übey b. Selul ile Uhud savaşının nerede yapılacağı hususunda meşverette bulunmuştur.164 Vahy-i İlahiye mazhar, en yüksek akıl ve zeka ile mümtaz olan Peygamber Efendimiz (asm) ümmetiyle müşaverede bulunur ise; artık diğer Müslümanların birbiriyle müşavere etmesinin ne derece elzem olduğu düşünülsün. Herhangi bir fert veya cemaat meşverette bulunursa doğru yolu bulmuş olurlar. İstişareyi terk ederler hatadan kurtulamazlar. Bundan dolayıdır ki, Peygamberimiz (asm) bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmaktadır:
“Bir millet meşverette bulunduğu müddetçe zillete düşmez.”165
Bu itibarla bir milletin izzet, şevket ve terakkisi meşveret ve şûraya; zillet ve tedennisi ise bunu terk etmesine mütevakkıftır.
Müşavere edilen kimse hak ve hakikatin ortaya çıkması için kimin fikri isabetli olursa onu memnuniyetle kabul etmelidir. Bu insafın da gereğidir. Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi:
“…Fenn-i Âdâb ve İlm-i Münazara’nın uleması mabeynindeki hakperestlik ve insaf düsturu olan şu: ‘Eğer bir meselenin münazarasında kendi sözünün haklı çıktığına taraftar olup ve kendi haklı çıktığına sevinse ve hasmının haksız ve yanlış olduğuna memnun olsa, insafsızdır.’ Hem zarar eder. Çünkü haklı çıktığı vakit o münazarada bilmediği bir şeyi öğrenmiyor, belki gurur ihtimaliyle zarar edebilir. Eğer hak hasmının elinde çıksa; zararsız, bilmediği bir meseleyi öğrenip, menfaatdar olur, nefsin gururundan kurtulur. Demek insaflı hakperest, hakkın hatırı için nefsin hatırını kırıyor. Hasmının elinde hakkı görse, yine rıza ile kabul edip, taraftar çıkar, memnun olur…”166
Bu ise güzel bir ahlâk ve faziletperverliktir.
Meşveretle bir şeye karar verildiği zaman, Allah’a itimat edip alınan karara uymak hikmetin muktezasıdır.
Dünyada kendi reyine güvenip başkalarının fikrine ve reyine tenezzül etmeyen mütekebbirler her zaman hata etmişlerdir. Çünkü bir ferdin aklının her zaman, her şeyi ihata etmesi mümkün değildir. Zira insan ne kadar da bilgili olsa diğer ehl-i ilimden faydalanmaya, istifade etmeye her zaman muhtaçtır. Yalnız yaşamak mümkün olmadığı gibi, her meselede kendi reyiyle isabetli kararlar vermek de imkansızdır. Bu bakımdan istişare etmek aklın ve hikmetin gereğidir. İşte bu hikmete binaen Cenab-ı Hak istişareyi emrettiği gibi istişareyle iş görenleri de meth ve sena etmiştir. Gerek fertlerin gerekse devlet idarecilerinin istişareyi ihmal etmemeleri elzemdir. Peygamber Efendimiz (asm) “Hiçbir millet müşavereden zarar görüp de helak olmamıştır.” buyurarak istişare ile yapılan işlerde pişmanlık görülmeyeceğini bildirmiştir.
İmam-ı Ali Efendimiz bir gün:
“Ya Rasulallah! Bir takım meseleler yeniden ortaya çıkıyorlar. Onun hakkında ne bir ayet nazil olmuş, ne de sünnet-i nebeviyyenize ait bir hüküm var. Bu durumda ne yapalım?” diye sorar.
Peygamber Efendimiz:
“Alimleri, ehil kimseleri toplayınız, istişare ediniz. O işte ferdi kanaatlerle hükmetmeyiniz.”167 buyurdular.
Herhangi bir meselenin bir ferdin inhisarına terk edilmesi netice itibariyle büyük zararlar vereceğinden İslâm dini meşvereti emretmiştir. Kendi reyiyle hareket eden kişi aldığı kararda hata ederse mesul olur. Ancak hüsn-ü niyet ile yapılan meşveretin neticesi hata bile olsa meşveret edenler mesul değillerdir.
Meşverette çoğunluğun reyine itibar etmek gerekir. Resul-i Ekrem’in (asm) kendi reyine muhalif olarak çoğunluğun reyine uyduğu bir vakıadır. Nitekim, Uhud Savaşından önce Hazret-i Peygamber (asm) savaş hakkında ashabıyla meşveret etmiş, kendi rey’i Medine’de kalıp müşrikleri karşılamak iken cemaatin ekseriyetinin reyine uymuştur.
Peygamber Efendimiz (asm) ekseriyetin reyinin isabetsizliğini bildiği hâlde onlara uydu. Nübüvvet gözüyle görüyordu ki, “Hazret-i Hamza’yı vereceğim… Yine biliyordu ki, yetmiş kadar güzide sahabeyi bu savaşta kaybedeceğim.” Ama hepsini meşverete, meşveretin hukukuna, meşveret anlayışına feda etti. İşte meşveretin ehemmiyet ve kıymetini bu hadise en güzel bir şekilde ortaya koymaktadır.
Dipnotlar:
160 Ali İmran, 159.
161 Şûra, 37-38.
162 Ahmed b. Hanbel, Müsned V,.393.
163 Tirmizî, Züht, 39.
164 Nesefi, Medarik I, 288.
165 Buhari, İkrah 3.
166 Lem’alar.
167 Minhaccü’s-Sünne, II, 16.