Adâlet
İslam’ın nazarında salih amellerin en mühimlerinden biri de adalettir. Adalet, Allah-u Teâlanın insanlık alemine bahşettiği nimetlerin en büyüklerindendir. Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurmuşlardır:
“Bir saat adalet, yetmiş sene nafile ibadetten hayırlıdır.”
Adalet; her şeyi layık olduğu yerine koymak demektir. Zulmün zıddıdır. Sırat-ı müstakimdir, yani her iki uçtaki aşırılıkların ortasıdır.
Adalet; insaf ve hakkaniyet manalarını ihtiva eder, alemin nizamı ve ahengidir. Bütün insanların hukuk karşısında eşit olmaları adalet ile temin edilebilir. Bir milletin kuvvet ve devamı adaletin ta’mim ve tahakkukuna bağlıdır. Zira,
“Allah, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor.”85
buyrulmuştur. Buna göre başta devlet idarecileri olmak üzere, her insanın adaletle hükmetmesi vacip oluyor. Fertlerin adil hükümdarlara itaati vacip olduğu gibi idarecilerin de fertler arasında adaletle hükmetmesi vaciptir.
Cenab-ı Hak diğer bir ayetinde mealen şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutun, kendiniz veya ana babanız veya en yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitlik eden kimseler olun. Haklarında şahitlik yaptığınız kimseler, gerek zengin ve gerek fakir olsunlar. Allah onlara sizden daha yakındır. Onun için haktan ayrılıp da nefsinizin arzusuna uymayın. Eğer adaleti yerine getirmekte veya şahitlikte dillerinizi eğer bükerseniz veya büsbütün yüz çevirirseniz, hiç şüphesiz Allah, ne yaparsanız hakkı ile haberdardır.”86
Bu ayetten anlaşılıyor ki, adaletin haricine çıkan kimse zalimlerin arasına dahil olur ve cezasını görür.
Fesada uğramış fert ve cemiyetleri, azgın nefisleri yola getirip terbiye etmek ancak adaletle olur. Düşmana bile adaletle davranmak lazımdır. Çünkü Peygamber Efendimiz,
“Düşmanınıza galebe ederseniz, sakın adaletten ayrılmayınız! Onların çocuklarını, ihtiyarlarını, rahiplerini öldürmeyiniz. Onları kendi hâline bırakınız. Şayet onlarla anlaşma yaparsanız anlaşmanızı bozmayınız.”
buyurmuştur. Adaletten ayrılan devlet reisi, idare ettiği milletin huzur ve saadetini temin edemez, bilakis onlara zulmetmiş olur. Malumdur ki, insanlara zulmedenin davacısı Allah’tır. Bir kimsenin de davacısı Allah olunca, gideceği yer ancak Cehennem’dir. Evet zulüm kadar Allah’ın kahr ve gadabını tacil edecek hiçbir şey olamaz. O’nun intikamına dayanacak kuvvet ve kudret ise hiçbir kimsede yoktur. Allah Teâla ile azamet yarışına kalkışan Firavun ve Nemrutların akıbetleri ortadadır. Allah Teâla her zalimi zelil; her mütekebbiri hakir eder, bırakır.
İnsanlar kudret, servet, makam ve mevki itibarıyla birbirinden farklıdır. Bunları birbirine tecavüzden men edecek bir kuvvet, bir engel varsa o da adalettir. Allah’ın bir kanun-u ezelisi olan adalet, bir millette hükmetmezse o zaman fertler arasında fitne, fesat ve terör tezahür eder. Kavi zayıfa, zengin fakire, zalim mazluma tahakküm eder. Biçare insanlar merhamet ve insaftan, fazilet ve kemalattan mahrum olan zalimlerin tecavüzünden perişan ve huzursuz olurlar; malları, namusları muhafaza edilemez olur. İş çığırından çıkar, yoksullukların, hırsızlıkların önü alınmaz olur. İşte bunları huzura kavuşturmak, mal ve canlarını teminat altına almak ancak adalet ile temin edilebilir.
Bediüzzaman Hazretleri de
“Kuvvet kanunda olmalı. Yoksa istibdad tevzi olunmuş olur.”87
buyurarak, adaletin ancak kanun hakimiyetiyle sağlanabileceğine dikkat çekmiştir.
Fertlerin idarecilere karşı samimi irtibatı adaletle sağlanabilir, takviye edilebilir. Adaletle hükmedilmezse zulüm ve cebir ortaya çıkar. O zaman idarecilere muhabbet ve itaat yerine düşmanlık ve husumet edilir. Memlekette asayiş ve emniyet kalmaz. İdare edenlerle idare edilenler arasında nefret meydana gelir ve gittikçe ziyadeleşir. İdareyi elinde tutanlar adaleti kendilerine rehber ederek cemiyetin nizam ve intizamını muhafaza etmelidirler. Adaletin hükümran olmadığı bir memlekette huzur ve bereket olmaz. Bu bakımdan Cenab-ı Hak kullarını zulümden meneder. Çünkü adalet insanların huzur ve istirahatına vesiledir. Allah, adaletle yaşayan devlet ve milletlere, hak dini üzere olmasalar bile, yardım eder, onları payidar eder.
Adaletin tarih boyunca hakim olduğu dönemler yaşanmıştır. Başta Peygamberler ve onların yolunu izleyen pek çok adil melikler yaşadıkları dönemlerde ferdî ve içtimaî hayatta huzur ve güveni temin etmişlerdir. Bu konuda akla gelen ilk örnekler Hazret-i Ömer ve Nuşirevan’dır. Devletlerden de adalet denince akla ilk defa Selçuklular ve Osmanlılar gelir.
Bütün dünya tarihinde Hazret-i Ömer’in adaleti dillere destan olmuştur. O kalbi muhabbet, merhamet ve lütuf ile dolu bir devlet reisiydi. Nuşirevan’ın adaleti sayesinde İran Devleti geniş bir imparatorluk haline gelmişti.
Gerek Selçuklular ve gerekse Osmanlılar çok farklı dinlere mensup, ayrı dilleri konuşan toplumları aynı bayrak altında beraber ve huzur içinde yaşatmışlar, ferdi ve içtimai adaleti sağlamışlardır.
Selçuklu ve Osmanlıları o yüksek seviyeye çıkaran ve itibar sahibi yapan şecaat, hürmet, ahde vefa gibi birçok meziyetleri vardı. Ancak bunların başında adalet gelir. Bu vasıflar sayesindedir ki, Osmanlılar altı asır boyunca dünyaya hakim olmuş ve hükmetmişlerdir. Adalet mekanizmasını tam olarak işletmişler, bayrağı altındaki muhtelif kavimlerin aralarında adalet ve eşitlik esaslarını korumaya gayret göstermişlerdir. Adalet sayesinde kuvvet ve kudret kazanmışlar, hoşgörüde insanlık alemine numune olmuşlardır. Fethettikleri ülkelere sevgi, barış ve huzur götürmüşlerdir.
Selçuklu ve Osmanlı Devletleri milletlerin din ve dillerine ilişmemişlerdir. Kur’an-ı Kerim’in
“Ey iman edenler! Adil şahitler olarak Allah için hakkı ayakta tutun…”88
ayetini kendilerine rehber etmişler, savaş zamanlarında bile adaletten ayrılmamış, düşmanlarına karşı merhametle davranmışlardır. Bu merhametli davranış sayesinde insanların kalplerinde muhabbete dayalı hakimiyetlerini devam ettirmişler ve böylece cihanı kucaklayan şevket ve saltanatları bütün haşmet ve şa’şaasıyla asırlarca devam etmiştir.
Dipnotlar:
85 Nisa, 4/58.
86 Nisa, 4/135.
87 Divan-ı Harb-î Örfî.
88 Maide, 4/8.