Hilm; yumuşak huyluluk ve sakin davranmaktır. Nefse hakim olma halidir. Ahlak-ı hasenenin en mühimlerinden biridir. Nitekim Hazret-i Ali (ra) “Hilm, ahlak-ı hamidenin tuzudur.” demiştir. Nefsini kızgınlık ve gazabın heyecanından koruyan kimseye “halîm” denir.
Hilmin zıddı öfke ve gadaptır. Öfke ve gadap ise akl-ı selim ve mantığın düşmanıdır.
Allah-ü Teâlanın sıfatlarından biri de “Hilm”dir. Yani, kendisine isyan edenleri cezalandırmada acele etmeyen ve onlara tövbe etmeleri için mühlet veren ve affedendir.
Hükemadan bazıları buyurmuşlar ki, “Öfke ve gadabın evveli cinnet, ahiri ise pişmanlık ve zarardır.” Gadap ve öfke bazen insanın iman ve ameline büyük zarar verebilir. “Öfke ile kalkan, zarar ile oturur.” sözü meşhurdur.
Çelik, kızgın ateşin karşısında eridiği gibi, öfke ve gazap da yumuşaklık karşısında su gibi eriyip gider. Böylece insan azim bir hasaretten kurtulmuş olur.
Peygamber Efendimiz (asm) bir hadis-i şeriflerinde,
“Gadap eden bir kişi suçlu olan muhatabına ceza vermeye kadir iken ondan vazgeçtiği takdirde, Hak Teâla Hazretleri onun kalbine huzur ve rahatlık verir.”
Başka bir hadislerinde de
“Halim (sıkıntı ve belaya karşı tahammüllü ve sabırlı olan) insan, peygamberlik mertebesine yaklaşır.”82
buyurmuşlardır. Hilm sahibi, güçlü olduğu halde affeden, ceza vermekten vazgeçen kimsedir. Cezalandırmaktan aciz olarak affeden kimse ise hilm sahibi olamaz.
Hilm sahibi herkes tarafından sevilir ve hürmet görür. Bu sıfatın bilhassa rütbe ve makam sahiplerinde olması daha güzeldir ve daha takdire şayandır. Bu ahlak-ı hasene, İslâm nazarında büyük bir fazilet olmakla beraber, hakkını müdafaa edemeyecek kadar halim olmak da doğru değildir. Evet hilm büyük bir fazilet ve meziyettir. Ancak insanın dinine, haysiyet ve şerefine tecavüz eden zalimlere karşı boyun eğmesi ve zulümlerine rıza göstermesi hilm değil, ancak zillettir.
Hilm gibi ulvi sıfatlar, en mükemmel haliyle başta Peygamber Efendimiz’de (asm), sonra diğer peygamberlerde ve alicenab, hamiyetperver büyük zatlarda görülür. Mesela, Kur’an’ın ifadesiyle, sahabe efendilerimiz kâfirlere karşı çok şiddetli oldukları halde Müslüman kardeşlerine karşı pek şefkatli ve merhametli idiler. Bu güzel vasıflar yalnız onlara mahsus olmayıp, onların yolunda giden Müslümanlara da şamildir. Müminlere karşı hilm ile muamele ne kadar güzel ise, Kur’an’a tecavüz eden kafirlere karşı şiddet de o derece yerindedir.
Merhum şair ve mütefekkir Ali Ulvi Kurucu’nun Bediüzzaman Hazretleri hakkındaki şu ifadeleri buna güzel bir misaldir:
“Üstad, hususî hayatında gayet halim selim ve son derece mütevazidir. Bir ferdi değil, hiçbir zerreyi incitmemek için âzamî fedakârlıklar gösterir, sayısız zahmet ve meşakkatlere, ızdırâb ve mahrumiyetlere katlanırdı. Fakat imanına, Kur’an’ına dokunulmamak şartiyle… Artık o zaman bakmışsınız ki; o sâkin deniz, dalgaları semalara yükselen bir tufan, sahillere heybet ve dehşet saçan bir umman kesilmiştir. Çünki O, Kur’an-ı Kerimin sâdık hizmetkârı ve iman hudutlarını bekleyen kahraman ve fedaî bir neferidir…”
“Vazife başında ve cihad meydanında iken şu mısralar, lisan-ı hâlidir:
“Şahlanan bir ata benzer, kırarım kanlı gemi,
Sinsi düşmanlara, haşa, satamam benliğimi…
Benliğimden uzak olmaktır esaret bence,
Böyle bir zillete düşmek ne hazin işkence…”
Peygamber Efendimiz (asm) kendi şahsına karşı yapılan kötülüklere daima iyilikle mukabele ettiği halde, İslâmiyet’e karşı işlenen en ufak bir hatayı bile affetmemiştir.
Hazret-i Aişe (ra) Peygamber Efendimiz’in (asm) hilm anlayışını ve müsamahasını anlatırken, şahsen uğradığı hiçbir zarardan dolayı kimseyi incitmediğini ve cezalandırmaya kalkışmadığını belirttikten sonra şunları söyler:
“Allah’a ait bir hak ayaklar altında çiğnense onu hiç affetmez, hemen o kimseyi Allah adına cezalandırırdı.”83
Peygamber Efendimiz (asm) kendisine kötülük yapanlara kızmaz, öfkelenmez, yumuşak davranır, affeder ve onlara iyilikle mukabele ederek ikramda bulunurdu. Böylece o kimse ile arasında bir sıcaklık meydana gelirdi. Sahabelerine
“Pehlivan başkasını yenen değil, öfke ve gadap anında nefsine hakim olandır.”
diye tavsiye buyururdu.
Nitekim Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de muttakilerin sıfatlarını sayarken bir sıfat olarak da mealen:
“Kızdıklarında öfkelerini yutarlar, insanların kusurlarını affederler.”84
buyurmaktadır. Bundan dolayıdır ki, Bediüzzaman Hazretleri de talebelerine “muarızları hiddet ve tehevvürle ve mukabele-i bilmisille karşılamamalarını” tavsiye buyurmuştur.
Dipnotlar:
82 Hatibi Enes (ra)’dan rivayet (Muhtar’ü-l Hadis, A. Fikri Yavuz, Abdullah Aydın.)
83 Müslim, Fedail, 79.
84 Al-i İmran Sûresi, ayet, 134.