İnsan, Millet, Devlet

Güzel Ahlak

İslâm dini üç temel esas üzerine bina edilmiştir. Bunlar itikat, ibadet ve ahlâktır. Bunların değeri ise, her tasavvurun fevkindedir. 

Ahlâk, insanların tabiatında bulunan bir kısım melekelerden ibarettir. Bu da iki kısımdır: Biri ahlâk-ı hasenedir; fazilet ve kemalatın menbaıdır; diğeri ise ahlâk-ı seyyiedir, rezalet ve dalaletin kaynağıdır. Ahlâk-ı hasene birçok şubeye ayrılır; mesela, muhabbet, sehavet, şeceat, iffet, istikamet, mürüvvet, insaf gibi. Bunların zıddı olan kin, adavet ve cimrilik gibi şeyler de ahlâk-ı seyyiedendir. 

Hak din, insanı güzel ahlâk sahibi yapar. İslâm dini güzel ahlâka pek büyük ehemmiyet verir. İnsanı yüksek ve değerli meziyetlere sahip olmaya teşvik eder. Maddi ve manevi kemalata kavuşmak ancak güzel ahlâkla olur. Güzel ahlâk, kâmil imanın ziyasıdır, tecellisidir. Bir mümin için güzel ahlaktan daha güzel bir meziyet, bir fazilet yoktur. Ne zaman ki, insanlar bu ulvi meziyetleri hayatlarına tatbik eder ve insaniyet-i kübra olan İslâm’ın getirdiği ahlâk ile yaşarsa insanlık kemal bulur ve hakiki huzura kavuşur. 

İnsan ruhen ve bedenen en güzel ve en muazzez bir surette yaratılmış­tır. Zarar ve menfaatini idrak edecek bir akıl ile mükerrem kılınmıştır. Maddî ve manevî terakki ve tekamülü için lazım gelen kabiliyet ve istidat ona verilmiştir. İnsan bu istidat ve kabiliyetlerini hayır ve fazilet için kul­lanırsa yaratılışının gerçek özünü muhafaza etmiş olur. Aksi halde aşağı­ların aşağısına düşmekten kendisini kurtaramaz, belki hayvandan daha aşağı bir derekeye düşer. Böyle bir düşmeden kurtulup, âlâ-i illiyyine çık­manın çaresi ise imandır, ibadet ve güzel ahlaktır. 

Peygamber Efendimiz Hazretleri,

“Ahlâkınızı tezyin ediniz, güzelleştiri­niz.”

“Rabbim bana edebi, güzel bir surette ihsan etmiş, edeblendirmiş.”

diye buyurmuştur. Peygamber Efendimizin (asm) ahlaka verdiği ehemmi­yet, ne başka bir dinde, ne de bir felsefî cereyanda görülemez. Peygamber Efendimizin bu ifadelerinden İslâm dininde ahlakın ne büyük ve ne mühim bir mevkide olduğu anlaşılır.

Ahlak da diğer İslâmî hükümler gibi Kitap ve Sünnete dayanır. 

Ahlâkımızı takviye etmek ve güzelleştirmek için ömrümüzün sonuna kadar çalışsak ve gayret etsek bile yine noksanlığımız olur. 

Ahlâk-ı hasene, kemalatın ve faziletin esasıdır, temelidir. İnsaniyetin dünyevi ve uhrevi saadeti bunlarla kazanılır. Hüsn-ü ahlâka sahip olma­yan bir kimse -ilim sahasında ne kadar ileri giderse gitsin- kamil bir insan olamaz. Bunun için büyük mürşitlerin tavsiyesi, ilim ve marifetle birlikte ahlâkın güzelleştirilmesidir. 

Toplum hayatının nizam ve intizamı ve saadete erişmesi ancak güzel ahlâk iledir. Ahlâk-ı hasene öyle kutsi bir haslettir ki, tecelli ettiği aile ve cemiyete hayat ve ulviyet getirir. Bu gibi güzel ahlâktan mahrumiyet ise en büyük felakettir. Ahlâktan mahrum milletlere fazilet güneşi doğmadığı gibi saadet nurları da parlamaz. Muhabbet pınarları kaynamaz, hakiki medeni­yet eseri bunlarda görülmez. 

Kalbî ve vicdanî huzur, ittihat, uhuvvet ve muhabbet hep güzel ahlâk ile tahakkuk eder. 

İnsanlık tarihine nazar edilirse, muhtelif milletlerin en saadetli ve en terakkili devirleri ahlâk-ı hasenenin kendilerinde hakim olduğu zamanlara rastlar. Şan ve şevketleri, terakki ve tekamülleri ancak ahlâk-ı haseneye riayetle gerçekleşmiştir. 

Milletlerin perişan ve helak oldukları devirler ise sefahat ve dalaletin, ahlâk-ı rezilenin hakim olduğu zamanlara tesadüf eder. Tarihin şahadetiy­le sabittir ki, ahlâk-ı seyyieye mübtela olan milletlerin kuvvet ve saltanat­ları zail olmuştur. 

Güzel ahlâk, ruhun bir kuvveti ve nurudur. İnsanın kemalat ve saadeti o nur ve o kuvvetledir. Cenab-ı Hak, ahlak-ı hasenenin kemalini ve tama­mını Habib-i Edîbinde cemetmiştir. Bu hususta onu mükerrem ve mümtaz kılmıştır. Öyleyse her insanın onu örnek alması, ilim ve hikmetin gereği­dir. 

İkram, sehavet, sadakat, şecaat, istikamet, iffet, haya, nezaket, hüsnüzan, af etmek ve insanlara muhabbet gibi hâller hep ahlâk-ı hasendendir. İnsan, hilm, şehamet, tevazu gibi ahlak-ı haseneyle dünyada maruz kaldı­ğı meşakkatlere karşı da bir dayanma gücü kazanır. İşte medenî insan bu gibi faziletlerle mükerrem olan insanlardır. 

Güzel ahlâk, feyiz ve faziletin menbaıdır. İnsan güzel ahlâk ile kemale erer, o sayede hayatını saadet ve huzur ile geçirir. Fazilet ve muhabbet, atomlar ve küreler arasındaki cazibe gibidir. Kainattaki nizam nasıl umumi bir cazibe ile gerçekleşiyorsa toplum hayatının ahenkle devamı da fazilet ve güzel seciyeler sayesindedir. Bu sayede, insanlar hem nefs-i emmarenin hem de insî ve cinnî şeytanların tahakküm ve şerlerinden kurtulur. İnsanı hikmet ve fazilete ulaştıran, saadet ve huzurunu te’min eden ancak güzel ahlâktır. İki dünyanın necat ve selameti, izzet ve şerefi, huzur ve saadeti güzel ahlâka bağlıdır. Nitekim alemlere rahmet olarak gönderilen Peygamber Efendimiz (asm),

“Ben güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim.”

demiş­tir. Cenab-ı Hak bütün güzel huyları Peygamber Efendimiz’de (asm) cem ettiği halde, O yine duasında,

“Allah’ım, beni güzel yarattığın gibi, ahlâkımı da güzelleştir.”

diye daima dua etmiştir. Evet Peygamber Efendimiz (asm), her yönüyle olduğu gibi ahlâk-ı aliyesiyle de mevcudatın en ekmelidir. Bütün ulema ve hükema bu hususta müttefiktir. 

Bir ferdin, bir milletin veya bir memleketin selamet ve saadeti ancak talim, terbiye ve güzel ahlâk ile mümkündür. İnsanlar bir arada yaşamak için fazilet ve güzel ahlâka riayet etmeye mecburdurlar. Aksi halde ne huzur içinde birlikte yaşayabilirler, ne de bir medeniyetin tesisine muktedir olabilirler. Sefahat ve sefalete mahkum olmuş, hakiki medeniyetten uzak­laşmış millet ve devletlerin haline baktığımızda güzel ahlakın önemini daha iyi idrak edebiliriz. Bu gibi milletlerden ders alarak, hamiyetli, bilgili ve faydalı nesiller yetiştirmek mecburiyetindeyiz. Bunun için tâ ana kuca­ğından başlayarak onların hem ilim, hem de ahlâk noktasından yükselme­lerine gayret göstermeliyiz. “Bir çocuğun terbiyesine ne vakit başlanmalı­dır?” sorusuna karşı, talim ve terbiye üstatları; “Doğmazdan 100 sene evvel” cevabını vermişlerdir. 

Çocuklar beyaz bir sayfa gibidir. Anneler o sayfaya ne yazarsa o oku­nur. Şayet bir anne Allah sevgisi, Peygamber sevgisi, vatan ve millet sev­gisi gibi güzel ahlâkları çocuğunun ruhuna nakşederse,

“Cennet annelerin ayağı altındadır.”

hadis-i şerifine nail olur. Nitekim hükemadan biri,

“Beşiği sallayan bir el dünyaya hükmeder.”

demekle annenin ehemmiyetini ortaya koymuştur.

“Küçüklükte öğrenilen ilim, taş üzerine işlenmiş nakış gibidir.” hadis-i şerifi ve

“Ağaç yaş iken eğilir; demir tavında dövülür.”

darb-ı meseli de asıl terbiyenin validelerin kucağında olduğunu ifade etmektedir. Bu gün çektiğimiz bütün ferdi ve içtimai sıkıntılar, aile terbiye­sindeki noksanlıklardan kaynaklanmaktadır. Üstadımız Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi: 

“Maatteessüf güzel şeylerimiz gayr-i müslimler eline geç­tiği gibi, güzel olan ahlâklarımızı da yine gayri müslimler çal­mışlar. Güya bir kısım içtimaî ahlâk-ı âliyemiz yanımızda re­vaç bulmadığından bize darılıp onlara gitmiş. Ve onların bir kısım rezaili kendileri içinde çok revaç bulmadığından, ceha­letimizin pazarına getirilmiş!..” 

Tarihin yaprakları ibretle okunursa görülür ki, necip ecdadımızın en mesut ve ahenkli devreleri, kalplere imanın, irfanın ve ahlâkın hakim oldu­ğu zamanlardır. 

Ahlâk ve faziletin en birinci mektebi ve istinatgâhı “hak din”dir. İnsanlara din duygusu aşılanmadan onlardan sağlam bir ahlâkî yapı bek­lenemez. Bu hususta merhum Mehmet Akif’in:

“Gençliğimde eğer dindar olmasaydım ahlâksız olurdum. Fazilet duygusunun içtimai bir şuur olarak yerleşmediği gençlik dönemlerinde insanı din tutar.”

sözü ne kadar mühim­dir. 

Yukarıda zikrettiğimiz ahlâk-ı haseneye sahip olmak için, insanda bir takım güzel meziyet ve sıfatların bulunması lazım gelir. İslâm alimleri asır­lar boyunca güzel ahlakın bütün şubeleri hakkında eserler yazmışlar, bun­ların ehemmiyetinden bahsetmişlerdir. 

Bu seciyelerden mahrumiyet en büyük felakettir. Bunlardan mahrum olan milletlerde fazilet güneşi doğmaz, saadet yıldızları parlamaz, terakki menbaları kurur, meziyet çiçekleri açmaz, hakiki medeniyet tahakkuk ede­mez. 

Ahlâk-ı hasenenin ilim, ihsan, ihlas, itimat, ülfet, emniyet, insaf, hüsnüzan, haya, şefkat, affetmek, ahde vefa (sözünde durmak), metanet, merhamet, vefa… gibi birçok şubeleri vardır. Bunlardan ferd ve toplum hayatımız için çok öncelikli gördüğümüz birkaçını kısaca açıklamaya çalışacağız. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu