İnsan, Millet, Devlet

İffet ve Haya (Edep)

İffet ve haya iki mühim haslettir. Bunların her biri fert ve cemiyetin şeref ve izzetini, namus ve haysiyetini muhafaza hususunda pek müessir ve mühim birer rükündürler. Neslin bekası için birer kale hükmündedirler. Bunlar insaniyetin şanı, mürüvvetin kemali, güzel ahlâkın esası ve temeli­dir… 

İffet 

İffet, nefsi haram ve şehvani arzulardan men etmektir. Kalp ve aklın zevkleri ebedi ve daimidir, nefsin şehvani zevkleri ise ani ve fanidir. İffet, insan için hem dini, hem de fıtri bir haslettir. İslâm dini namusu muhafaza etmeyi zaruri görür. Bu bakımdan Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de zinayı yasak etmiştir. Çünkü, neslin sıhhatini muhafaza eden yegane hakikat iffettir. İslâm dini iffet ve namusu insanlara en büyük bir nimet, bir büyük şeref ve haysiyet olarak bahşetmiştir. Bu hakikati müdrik bir insan, bu kutsî ve ulvî seciyeyi muhafaza etmeye mecburdur. Hakiki saadet ve huzur, iffet ve namus dairesinde yaşayan bir ailede teessüs eder. 

Milli Eğitimimiz bu gençliğe dinimizle, tarihimizle, irfanımızla mütena­sip bir ahlâk dersi vermekle mükelleftir. Gençlerimize gayr-ı meşru zevkle­re bedel, imanın, iffetin, ilmin ve faziletin hakiki zevkini tattırarak, onları sefahat ve sefaletin pençesinden kurtarmak, nazar-ı dikkatlerini, güzel ahlâkın menbaı olan marifetullah ve muhabbetullah gibi ulvi hakikatlere celb etmek ve onlara millet ve memleket sevgisi, hamiyet ve alicenaplık gibi yüksek idealler aşılamak, kalp ve akıllarını bu hakikatlerle meşgul etmek en önemli vazifelerinden biridir. 

Haya 

Haya, utanma hissidir. İnsanı şereflendiren güzel sıfatlardan biridir. İnsanı halk içinde rezil eden davranış ve hareketlerden muhafaza eden yüksek bir haslettir. Bunun en mühim kaynağı ise Allah korkusudur. Gerçekten de haya dinin kuvvetinden ve imanın sağlamlığından doğan latif ve güzel bir histir. Bu his, dinî ve fıtrî olmak üzere iki türlüdür. Fıtrî olanı, halk yanında açılması haram olan uzuvları setretmektir. Dinî olanı ise, gerek Cenab-ı Hakk’ın huzurunda gerekse insanlar arasında edeb ve hür­met üzere bulunmaktır.

Edep, kemalat-ı insaniyeye vesile olan meziyetler­dendir. Edebin başı insanın kendi haddini bilmesidir. Haddini bileni herkes sever ve hürmet eder. Edep, Sünnet-i Seniyyeye uygun hareket etmekten ibarettir. Evet edep başlı başına bir fazilet ve marifettir. Her güzellikte oldu­ğu gibi edebin de timsali peygamberimiz Hz. Muhammed(asm)’dir. Allahu Teâla edebin her çeşidini peygamberimizde cem etmiştir. Bundan dolayıdır ki Resulü Ekrem(asm) “Beni rabbim terbiye etti. Terbiyemi ne güzel yaptı” buyurmuştur. 

Peygamberlere, alimlere, salihlere, yaşlılara ve lütuf sahibi kimselere hürmet etmek edeb-i insaniye ve diniyedendir. 

Her yerde hazır ve nazır olan, bütün kâinatı murakabe ve temaşa eden Cenab-ı Hakk’a karşı edep, insanlara karşı olan edebin fevkindedir. İnsan en büyük tazimi, kendini yoktan var eden, hadsiz nimetlerle besleyen Hâlık’ına karşı yapmalıdır. Bu hakikati bilen bir insan nasıl olur da O’na karşı edepte kusur edebilir. Acaba Hâlık’ına karşı edepli olmayan, tazimde kusur eden bir kimse, edeb-i insaniyeye ne kadar riayet edebilir? 

İmam Maverdî hayayı üç kısma ayırmıştır. Birincisi, Allah’tan; ikincisi, insanlardan; üçüncüsü ise, kendi nefsinden utanmaktır. 

Allah’tan utanmayı şöyle tarif etmiştir:

“O’nun emirlerini yapmak, yasakladıklarından da sakınmaktır.”

Hazret-i Yusuf’u (as) kötülükten koruyan Allah’a karşı olan hayası olmuştur. 

Peygamber Efendimiz (asm)

“Haya imanın bir şubesidir. İmanı olan da cennettedir.”

buyurarak hayanın ne derece önemli olduğunu ifade etmiş­tir. 

Bu öyle ulvi bir seciyedir ki, sahibini edeb ile tezyin edip, nefs-i emma­renin şerlerinden korur. 

Hazret-i Ali (ra) “Bir kimse haya libasını giyse (yani hayayı kendine prensip edinse) halk o kimsenin ayıbını ve kusurlarını göremez” buyur­muştur. 

Evet, haya bir libastır ki, onu giyen bir insan hem Allah’ın hem Peygamber’in, hem meleklerin hem de fazilet erbabı olan insanların sev­gilisi olur. O libası giymeyenler, rütbe ve makamları ne olursa olsun, insan­ların ve meleklerin nefretini kazandıkları gibi Cenab-ı Hakk’ın da kahır ve gazabına maruz kalırlar. 

Herhangi bir insanda ve bir cemiyette haya olmazsa elbette o insan ve o cemiyet izzet, namus, şeref ve haysiyetten mahrum olur. Her türlü şerle­ri, kötülükleri rahatça işleyebilir. Neticede zillet ve meskenete maruz kalır. Hayasızlık insanı küfre ve zulme kadar götürür. Artık bu kötülükleri ondan men edecek ölümden başka çare kalmaz. 

Bu gerçeği Peygamber Efendimiz (asm) bir hadis-i şeriflerinde şöyle ifade etmişlerdir:

“Utanmadığın takdirde dilediğini yap.”

Hayanın hanımlarda bulunması daha mühim ve gereklidir. Zira haya, onlardaki şeref, haysiyet ve itimadı yüz kat daha artırır. Aristotales “Kadınlarda en çok sevilen şey nedir?” sorusuna “Yüzlerinde hayadan dolayı ortaya çıkan kırmızılık.” cevabını vermiştir. İbn Ata “En büyük ilim, heybet ve hayadır. Bir kimsenin kalbinden heybet ve haya duygusu gitti mi, o kimsede hayır kalmaz.” demiştir. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu