İnsan, Millet, Devlet

Siyasette Ölçü

Siyaset, “Devleti idare etme sanatıdır.” “Memleket İdaresi” ve “Ülke Yönetimi” şeklinde tarif edilmektedir. Diğer bir tarif ise; “Siyasi bir parti kurarak, memleket idaresine talip olmak.” şeklindedir. 

Hüccet’ü-l İslâm İmam-ı Gazali, “İhya-yı Ulum” adlı eserinin birinci cildinde siyaseti dört kısma ayırmıştır. 

1. Peygamberlerin Siyaseti: Dünya ve ahirete taalluk eden İlâhî emirle­rin tümünü, umum insanlara tebliğ, talim ve tatbik etmektir. 

2. Hükümetin Siyaseti: Memleketin temel unsurları olan ziraat, ticaret, maarif ve sanayinin millet ve memleket menfaati hesabına tanzim ve koor­dinasyonudur. Bu siyasette, siyaseti meslek olarak seçme ve iktidarı elde etme gayesi vardır. 

3. Vaiz ve Nasihlerin Siyaseti: Allah’ın emirlerini tebliğ edip, yasakla­rından tenfir (nefret) ettirmekten ibarettir. 

4. Mücedditlerin Siyaseti: Kur’an’ın, daha ziyade, itikat, ibadet, ahlak ve fazilete bakan cihetlerinin, o asrın anlayış seviyesine uygun olarak isbat ve izahıdır. Bu siyasetin temelinde kalp ve vicdanın tatmini, ruh ve aklın tenvir ve irşadı yatmaktadır. 

Evet, milletlerin zor duruma düştüğü, fertler arasında fitne, fesat, zulüm, dalalet ve sefahatin çoğaldığı bir zamanda onların ıslahı için kendi içlerinden ya bir nebi, ya bir mürşit veya bir müceddit göndermesi Cenab-ı Hakkın ezeli bir kanunu ve bir rahmetidir. İnsanın yaratılmasından beri bu böyle gelmiştir ve dünyanın sonuna kadar da devam edecektir. İşte bu rehberlerin maksatları, fesada düşen fert ve cemiyetlerin ıslahını temin etmektir. Dinden, imandan, fazilet ve irfandan uzaklaşanları yola getir­mektir. 

Ekser mücedditler ve mürşidler, vazifelerini devrin insanlarına karşı ifa ederken hükümet erkânını ve devlet ricalini de dikkate alırlar. Onları fikren murakabe eder ve yol gösterirler. Memleketi tehlikeye sürükleyen icraatla­rı olursa fiilen karışmadan ikaz, izah ve tenbih görevlerini ifa ederler. Nitekim, İmam-ı Rabbanî, İmam-ı Gazalî, Akşemseddin gibi zatlar devrin idarecilerine bu manada rehberlik etmişlerdir. 

Bu taksimatta bizlere düşen vazife, bilmediğimiz konuları öğrenmek ve asrın müceddidinin getirdiği hizmet metotlarını prensip yaparak onun hiz­metine yardımcı olmaya ve onun yazdığı eserlerden istifade ederek başka­larını da ettirmeye çalışmaktır. Vazifemizi iyi tesbit etmeli ve mesaimizin ağırlığını bu noktaya hasretmeliyiz. 

Son asrın müceddidi ve mürşidi Bediüzzaman Hazretlerinin siyasetini anlamak için asrımızın ahvaline ana hatlarıyla nazar etmemiz gerekir. Şöyle ki, son asırda dine ait müesseseler kapatılıp yerlerine yeni mektepler açıldı. Bu mekteplerde yalnız fennî ilimler ve mesleğe ait bilgiler verildi. Dine, imana ve fazilete ait hakikatlerden hiçbir zaman bahsedilmedi. Bununla da kalınmadı, dine cephe alan bazı aydınlar, İslâm dinine karşı tereddüt ve şüpheler ortaya attılar. Böylece gençlerimizi dinden, ibadetten ve faziletten uzaklaştırdılar. Bu sebeple gençlerimiz sefahat, dalalet ve ahlaksızlığa sürüklendiler. İçlerinde inkâr-ı uluhiyet fikrine sapanlar da oldu. İşte Bediüzzaman Hazretleri’nin siyaseti, insanların akıllarını şüphe ve tereddütlerden, kalplerini imansızlık hastalığından kurtarmak, İslâmiyet’i tezyif etmeye çalışan, içteki ve dıştaki düşmanların tahriplerini Risale-i Nur Külliyat’ı ile tamir etmektir. 

Üstadımız, bu siyasetini şu ifadelerle çok net olarak ortaya koymakta­dır: 

“İlim itibariyle insanlara dahi bir menfaat dokundurmak için şer’an hizmete mükellef olduğumdan, hizmet etmek iste­rim. Lâkin o hizmet, ya hayat-ı içtimaiye ve dünyeviyeye ait olacak; o ise elimden gelmez. Hem fırtınalı bir zamanda sağ­lam hizmet edilmez. Onun için o ciheti bırakıp, en mühim, en lüzumlu, en selâmetli olan imana hizmet cihetini tercih ettim. Kendi nefsime kazandığım hakaik-i imaniyeyi ve nefsimde tecrübe ettiğim manevî ilâçları, sair insanların eline geçmek için o kapıyı açık bırakıyorum.”178 

Bediüzzaman Hazretleri bu hizmetiyle harikulade bir vazifeyi başardı. O, bu asrın insanlarını cehaletten, dalaletten, sefahatten kurtararak ahlâken, fikren ve ilmen yükseltti. İnsanlığın kurtuluşu için azami gayret gösterip, karşısına çıkan yüzlerce engeli aşarak tenvir ve irşadına yorulma­dan, usanmadan, aşk ve şevk ile devam etti; faziletiyle, irfanıyla, şefkatiy­le de insanlık alemine örnek oldu. Bu hizmetleriyle binlerce insanın kalp­lerinde uyandırdığı iman, aşk, şevk ve heyecanı düşünürsek bu harikulade hizmetin inkişafına hayran kalmamak mümkün değildir. Bu asrın müced­didi olan Bediüzzaman, bu hizmetleriyle dünya durdukça muazzam ve muhteşem bir abide gibi ayakta kalacak, daima tebcil ve tahsin edilecek­tir. 

İslâmiyet’e cephe alıp düşman olan dinsizlerin ve zındıkların maksatla­rı Bediüzzaman Hazretlerinin gayretleriyle akim kalmıştır. Evet o, Risale-i Nur’lardaki hüccet ve burhanlar ile en mütemerrid, inatçı din düşmanlarını bile susturup mağlup etmiştir. Eserlerinde dercettiği binlerce delil ve bür­hanlar kıyamete kadar gelecek mücahitlerin ellerinde birer elmas kılınç olarak vazife görecektir. 

Şu da bir gerçektir ki, Bediüzzaman Hazretleri, hiçbir yerde ve hiçbir zaman kendi istirahatını, zevk ve huzurunu düşünmemiş, kendisi için yaşamamış, yalnız milleti için yaşamış bir mücahittir. 

Onun siyasetinin diğer bir ciheti de, Müslümanlar arasında muhabbet ve uhuvveti tesis ederek onlara birlik ve beraberlik içinde yaşamanın ehemmiyetini anlatmasıdır. 

Üstadın siyasetinin bir başka yönü de “müsbet hareket” etmektir. Talebelerine kendi mesleğinin muhabbeti ile yaşamayı tavsiye etmiş, baş­kalarına karşı adavete girmelerine asla izin vermemiştir. 

Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur Külliyatıyla bir irfan mektebi, bir ekol tesis etti. Üstad bu ekol ile irfan aleminde bir çığır açtı. Zühd, takva, ubudiyet, tevazu, sabır, rıza ve tevekkül gibi faziletler onda mükemmel bir şekilde tezahür etti. Birçok ilim ve fikir adamı Nur Mektebine talebe olma şerefine erdiler. İslâm dinine ait en müşkil ve en mühim meselelerini Risale-i Nur Külliyatını mütalaa ederek hallettiler. 

Bediüzzaman Hazretleri bu asırda İslâm’a hizmetin fiili siyasete girme­den hasbi olarak çalışmakla olacağına inanmış, iman hakikatlerini hiçbir dünyevi gaye ve maksat gözetmeksizin, hatta uhrevi makamlara da basa­mak etmeden sırf Allah rızası için tebliğ etmenin en sağlam ve en emin yol olduğunu belirtmiştir. Siyaset alemi hem muvakkattir, hem istikrarsızdır, hem de herkesi aynı derecede ilgilendirmemektedir. İman ve Kur’an haki­katleri ise hem ebedidir, hem daimidir ve herkes ile alakalıdır. Bu kudsî ve yüksek hakikatler hiçbir zaman geçici siyasi emellere alet ve basamak edil­memelidir. Bediüzzaman, İslam adına bir parti kurarak siyaset yolu ile dine hizmet etmenin bu zamanda çok müşkil olduğunu, hem fırtınalı bir asırda sağlam hizmet edilemeyeceğini, dahili ve harici birçok hakim cereyanlar yüzünden müstakil hareket edilemeyip bilerek veya bilmeyerek, bir cereya­na alet olma ihtimali bulunduğunu ısrarla ifade etmiştir. 

Bir Soru: 

– Üstad ne meşrutiyet ne de cumhuriyet döneminde hiçbir partide görev almadığına göre onun “Hayat-ı siyasiyeden çekildim.” sözünü nasıl anlayacağız? 

Üstadın meşrutiyet döneminde verdiği bir mücadele vardı. Batı’yı her yönüyle körü körüne taklit etmek yerine Japonlar gibi Batının sadece tek­niğini almak, bunu yaparken kendi öz değerlerimizden de taviz vermemek fikrindeydi. Bu konuda gazetelerde yazılar yazmış ve bir takım toplum hizmetlerine tevessül etmişti. Diğer taraftan, doğuda dinî ilimlerle fennî ilimlerin birlikte okutulacağı bir üniversite açılması için gayret göstermiş, bu arzusunu devrin padişahına kadar ulaştırmıştı. Üstad’ın Eski Said döne­minde icra ettiği bu içtimaî ve bir yönüyle de siyasî hizmetler daha sonra yerini tamamen iman hakikatlerinin neşir ve ilanına bırakmıştır. 

Her şeyden evvel belirtmek gerekir ki, Bediüzzaman siyasi bir iktidar olma gayreti içine girmemiş, siyasete sıhhatli bir yön verme gayesi taşımış­tır. Çünkü o, yaşadığı devirler bakımından buna ihtiyaç hissetmiştir. Sadece 31 Mart 1909 hadisesinde beraatla neticelenen mahkeme müdafaası bir bütün olarak ele alındığında görülecektir ki, Bediüzzaman, en müsait zamanlarda bile iktidar heveslisi bir siyasetin peşinde gitmemiştir. Tarafsız, insaflı ve hakperest her gözün gördüğü gerçek odur ki, Bediüzzaman Said Nursî daima dini siyasete alet edenlerin karşısında yer aldığı gibi, siyaseti dinsizliğe alet etmek isteyenlere de karşı durmuştur. 

Bediüzzaman Hazretleri din namına siyaset yapma konusunu “Sünûhat” adlı eserinde şöyle dile getirmiştir: 

Dediler: 

– Dinsizliği görmüyorsun, meydan alıyor. Din namına meydana çıkmak lâzım. 

–  Evet lâzımdır. Fakat kat’î bir şart ile ki, muharriki aşk-ı İslâmiyet ve hamiyet-i diniye olmalı. Eğer muharrik veya mü­reccih, siyasetçilik veya tarafgirlik ise, tehlikedir. Birincisi hata da etse, belki ma’fuvdur. İkincisi isabet de etse, mes’uldür. 

Denildi: 

– Nasıl anlarız? 

Dedim: 

– Kim fâsık siyasetdaşını, mütedeyyin muhalifine, sû’-i zan bahaneleriyle tercih etse, muharriki siyasetçiliktir. Hem umumun mal-ı mukaddesi olan dini, inhisar zihniyetiyle kendi meslekdaşlarına daha ziyade has göstermekle, kavî bir ek­seriyette dine aleyhdarlık meyli uyandırmakla nazardan dü­şürmek ise, muharriki tarafgirliktir.” 179 

“İslamiyet güneşi yerdeki ışıklara alet ve tabi olamaz. Ve alet yapmak İslâmiyet’in kıymetini tenzil etmektir, büyük bir cinayettir.”180 

O, siyaseti bu tabirin taşıdığı ilmi gerçekler açısından ele almış ve bu açıdan fikirlerini beyan etmiştir. O, asrımızın en mühim tehlikesinin “fen ve felsefeden gelen bir dalaletle kalplerin bozulması ve imanın zedelenme­si” olduğunu teşhis ve tesbit etmiştir. 

“Hey efendiler! Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. Başka cereyanlarla alâkam yok.”181 

“Bu zamanda ehl-i İslâm’ın en mühim tehlikesi, fen ve fel­sefeden gelen bir dalaletle kalblerin bozulması ve imanın zede­lenmesidir. Bunun çare-i yeganesi Nurdur ve nur göstermektir ki, kalpler ıslah olsun, imanlar kurtulsun.”182 

Bediüzzaman Hazretlerine göre “Eğer siyasetle hareket edilse, galebe çalınsa, o kafirler münafık derecesine inerler. Münafık kafirden daha fena­dır.” İnkârcı cereyanlar vasıtasıyla bozulan kalpleri ve zedelenen imanları kurtarmanın yegane çaresi kalpleri, akılları ve vicdanları Kur’an’ın ve ima­nın ilaçlarıyla tedavi etmektir. Yoksa din adına yapılan siyasetçilik ve par­tizanca faaliyetlerle bu cereyanlar durdurulmaz ve kalpler ıslah edilmez. 

Şu noktayı da hassasiyetle belirtmek gerekir ki, Bediüzzaman Hazretleri iman hakikatlerini umuma tebliğ etmiş, muhatabın şu veya bu siyasi kana­atte olmasını nazara almamıştır. Ancak vatan ve milletin selamet ve men­faati bahis konusu olduğu durumlarda da tarafsız kalmamıştır. 

“Nur şakirdleri, hiç siyasete karışmadılar, hiçbir partiye girmediler. Çünki iman, mâl-i umumîdir. Her taifede muhtaç­ları ve sahibleri var. Tarafgirlik giremez. Yalnız küfre, zındı­kaya, dalalete karşı cephe alır. Nur mesleğinde, mü’minlerin uhuvveti esastır.”183 

Bediüzzaman tecdid ve ıslah hareketinde daima insan yaratılışına uygun bir yolu seçmiştir. O, cemiyetin ıslahında ferdin ıslahını esas almış­tır. Bir toplumun içtimai bünyesi bir piramit gibidir. Bir dava ve idealin başarıya ulaşabilmesi, tabana sahip ve hakim olmasıyla mümkündür. O hakimiyetin devam ve bekası da fıtri ve semavi hakikatleri bütün millet fertlerinin ruh ve kalplerine nakşetmekle olacaktır. Sadece tavana hakim bir zihniyet Bediüzzaman’a göre geçersiz ve tesirsiz kalacaktır. 

Bediüzzaman’ın din adına siyasi hayata ve bilhassa siyasi iktidara müteveccih hareketlerde bulunmamasındaki en mühim hikmetlerden biri de şüphesiz ‘sırr-ı ihlas’tır. O, bütün hayatı boyunca ibadetin mayesi ve ruhu hükmünde olan İHLAS’ı korumanın ve muhafaza etmenin azami titizliğini göstermiştir. Dinimizin getirdiği ölçü şudur: İbadetin illeti (sebe­bi) emr-i ilahidir. Yani ibadet, Allah emrettiği için yapılmalıdır. İbadetin neticesi Rıza-i Hak’tır, Allah’ın rızasını kazanmaktır. İbadetin semere ve fevaidi (faydaları) uhrevidir, ahiret hayatına bakmaktadır. Dünyada iba­detten bir maksat veya bir menfaat gözetmek dinimizce riyakarlıktır ve şirk-i hafidir. Bu sebeple Bediüzzaman ferdin manevi hayatında ibadetin ruhu olan ihlasın sarsılmaması için din adına siyasi hayata girmekten şid­detle kaçınmıştır. Aksi halde, “Kur’an’ın elmas gibi hakikatlerinin propaganda-i siyaset ittihamı ile kırılacak adi cam parçaları derecesine indirileceği” inancındadır. Ayrıca din adına siyasete girenlerin de milletin nazarında ithamdan kurtulamayacağını ısrarla belirtmektedir. 

Yukarıda anlatmaya çalıştığımız, Bediüzzaman’ın hizmet anlayışı ve tebliğ metodu Üstad’ın lahika mektuplarında, ihlas ve uhuvvet risalelerinde çok geniş olarak izah edilmiştir. Bunlardan bir kaçını şöyle sıralayabiliriz. 

1. Amelinizde rıza-i ilahi olmalı. 

2. Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir, menfi hareket değil. Rıza-i ilahiyyeye göre hareket etmek, vazife-i ilahiyyeye karışmamaktır. 

3. Biz ehli dünyanın dünyasına karışmıyoruz. Onlar da bizim ahiretimi­ze karışmasınlar. 

4. Mü’minin kalbinde kin, nefret ve haset yoktur. 

5. Medenilere galebe ikna iledir. Söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değil. 

6. Biz muhabbet fedaileriyiz. Adavete vaktimiz yoktur. 

7. Ben imanın cereyanındayım. Karşımda imansızlık cereyanı var. 

İşte asrın müceddidi olarak Üstad’ın ve onun talebeleri olarak bizim de siyaset anlayışımız budur.

Dipnotlar:

178 Mektubat.
179 Sünuhat.
180 Hutbe-i Şamiye.
181 Mektubat.
182 Lem’alar.
183 Emirdağ Lahikası-I.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu