Vatanperverlik
“… Memleket dahi bir hanedir ve vatan dahi bir millî ailenin hanesidir.”89 (Bediüzzaman)
İnsanın en esaslı vazifelerinden birisi de vatanını sevip sevdirmesi ve ona lazım gelen hizmeti yapmasıdır. Çünkü vatan, Cenab-ı Hakk’ın insana ihsan ettiği en büyük nimetlerden biridir.
Bir insan milletini sevdiği gibi vatanını da sevmelidir. Çünkü millet ve vatan, ruh ve ceset gibidir. Vatansız bir millet olmadığı gibi, milletsiz vatan da harabe bir ev gibidir. Bu hane içinde büyümüş, ilim ve irfandan nasibini almış vatanperver, şuurlu bir insanın hayatı boyunca bu nimete karşı şükretmesi dinî ve vicdanî bir borçtur.
Vatanı sevmenin sayısız sebepleri vardır. O, bizim sevgili validemiz, bizler onun kıymetini bilen ve ona can feda eden hürmetkar evlatlarıyız. Bediüzzaman Hazretlerinin buyurduğu gibi:
“Madem ben de bu vatanın bir evlâdıyım, bu vatanın saadetine hizmet etmek benim için farzdır.”90
Binaenaleyh onu bir valide gibi hakiki ve kusursuz sevmeli ve hizmetinde bulunmalıyız.
Onda tecelli eden nimetler ve güzellikler saymakla bitmez. Mesela; dağları, ovaları, ormanları, çayır ve çimenleri, yıldızları güzeldir. Dalgaları, suları çalkalanan denizleri güzeldir. Bir de cennet sarayı gibi camilerine bakınız. Onlarda cihanı nurlandıran bir rahmet tecelli eder ki azametini tasavvur etmek mümkün değildir. Evet bu güzellikleri, bu manzaraları hayran hayran temaşa eden bir insan nasıl olur da vatanını sevmez?
Vatan bizim hem hanemiz, hem bahçe ve tarlamız, hem kışlamız olduğu gibi, mescidimiz ve ibadethanemizdir. Bu dünyanın nimetlerini o hanede kazandığımız gibi cenneti ve ebedi saadetimizi de yine orada kazanacağız. Bu bakımdan “Vatan sevgisi imandandır.” denilmiştir. Nitekim Cenab-ı Hak, Tin Suresi’nde sevgili Peygamberimizin vatanı olan Mekke’ye yemin etmiştir.
Topraklarımızın her bir karışı şehit kanıyla yoğrulmuştur. Din, can, mal, namus ve evlat vatan ile muhafaza olunur. Vatana ihanet edenler katiyyen affolunmazlar. Çünkü bütün milletin malının, canının ve namusunun mahvına sebep olmuşlardır. Kendi menfaatlerini, vatanın ve milletin menfaatine tercih eden bir kimse vatan ve milletine ihanet etmiş olur.
Peygamber Efendimiz (asm) vatanını pek ziyade severdi. Düşmanları kendisini Mekke-i Mükerreme’den çıkarttıkları gün,
“Ey Mekke! Vallahi göçe mecbur olmasaydım senden ayrılmazdım.”
diye teessürünü ifade etti. Peygamber Efendimizin (asm.) yanında vatandan bahsedildiği zaman mübarek gözleri yaşla dolardı.
Evet vatan muhabbeti ve onu muhafaza gayreti olmasa, memleketler harap olur, viraneye döner. Milleti ise esarete mahkum olur. Mal, can ve namusları payimal olur gider.
Vatanın huzur ve bekası için yegane esas emniyet ve asayişin muhafazasıdır. Vatanlarını muhafaza edemeyen milletlerin tarihten silinmeleri muhakkaktır. Bunun çok misalleri vardır. Fakat bizim için ibret alınacak en büyük ders Endülüs’ün akıbetidir. 800 sene Müslümanların himayesinde kalan o memleket, vatanın kıymetini takdir edemeyen şuursuzların yüzünden ellerinden çıkmıştır. Kral Ferdinant, Gırnata’yı muhasara ettiği sırada Endülüs Meliki Ebu Abdullah-is Sağir başta olmak üzere, vatanının kıymetini takdir edemeyip kraldan medet isteyenlere Musa ibn’ül Gazen şöyle bir nasihatte bulundu:
“Kral bizi aldatıyor. Onun verdiği söze ve ahdine katiyyen inanmayınız. Allah biliyor ki, yanlış bir karar alıyorsunuz. Bu kararın sonu pek fenadır. Onlara Gırnata’yı teslim ettikten sonra başımıza tasavvur edemeyeceğimiz ateşler, zulümler yağdıracaklar. Milyonlarca Müslümanı elimizle esir edip, kanlarının dökülmesine sebep olacağız. Bize vacip olan, son nefesimize kadar vatanımız uğrunda çatışmaktır. Cenab-ı Hakk’ın yardımı mazlum kulların sıkıştığı anda erişir. Korkmayalım, Allah’a tevekkül ile düşmana karşı duralım. Düşmanın zulüm ve kahrı altında esir ve zelil olarak ölmektense, düşmanla kahramanane çarpışıp, şehid olmak bizim için daha hayırlıdır.”
“Gayretli Müslümanlar! Teessüfler, matemler, ağlamalar çocuklar ve kadınların şiarıdır. Göz yaşı dökmek yerine kanımızın son damlasına kadar çarpışıp, İslâm dininin bize verdiği mertliği gösterelim. Devlet ve vatan uğrunda hayatını feda edenlerin sınıfında bulunmak, düşmanın kahrının altında ağlayarak zelilane ölmekten bin kat daha hayırlıdır. ‘Düşman ahdinde sebat eder.’ diye inanıyorsanız aldanıyorsunuz. Onlar bizim kanımıza ezelden beri susamışlardır. Onların verdiği sözde durduklarını tarih yazmamıştır.”
“Mal ve canlarını muhafaza derdiyle namus ve vatanlarını terk eden korkaklar, mabetlerine mescitlerine günagün hakaret edildiğini, kız ve zevcelerinin alçak düşmanlarına şarap kadehleri sunduklarını görecekler.”
“Gelin Afrika’daki diğer Müslümanlarından yardım isteyerek, bu fırsat elimizden gitmeden yurdumuzu muhafazaya gayret gösterelim. Ben nefsimi bu alçaklıktan kurtarmanın yolunu biliyorum, ancak bu ümmet-i Muhammediye ve Müslümanlara acıyorum.”
Ancak bu nasihatiyle onları ikna edemedi, gaflet uykusundan uyandıramadı. Artık tek başına olduğu hâlde, bir bölük zırhlı İspanya süvarisiyle savaştı, harbetti. Sonunda yaralı olarak yere düştü. Düşman eline geçmemek için sürünerek kendisini denize attı. (Allah ona pek çok rahmet etsin.)
Sonunda şehir teslim oldu. Düşman verdiği sözleri unuttu. Hiçbir din, mezhep ve insanlığa sığmayan fenalıklar, zulümler yaptı. Ne kadar cami-i şerif varsa hepsini kiliseye çevirdiler. Saraylara haçlar asıldı. Yüzlerce İslâm kızları, kadınları Avrupa Krallarına hediye olarak gönderildi. Neticede Müslümanlar kılınçlar altında ezildi. Nice han ve hanümanlar söndürüldü. İlim ve irfana ait binlerce kitap yakıldı. Düşman ordusu şehre girdiği gün hamiyetsiz melik Ebu Abdullah-is’Sağir bu hali görmemek için Gırnata’dan kaçtı. Bir tepeye çıkarken son defa olmak üzere şehre baktı, içinden bir “Ahh!..” çekerek gözlerinden pişmanlık göz yaşları akmaya başladı. Bunu gören validesi Ayşe Hanım -tarihin yazdığına göre- şöyle konuştu:
“Ağla alçak, ağla! Çünkü vatanını, saltanatını erkekçe muhafaza edemedin. Şimdi vatanın için karılar gibi ağla. Senin gibi hayırsız, namert bir oğul doğuracağıma keşke taş doğursaydım.”
“Ağla utanmaz ağla! Her bir taşı cevher-i cana bedel olan vatanın harabelerini gör de ağla.”
“Ağla hamiyetsiz, ağla! Gırnata’yı, El-Hamra ve El-Beyza saraylarını kime teslim ettin? Şecaat ve heybetiyle düşmanlarını her zaman perişan eden kahramanların torunlarını, beceriksizliğin ile düşmana mağlup ettirdin.”
“Kaç korkak, kaç! Hayatının kalan kısmını zillet ve meskenet içersinde geçir. Yalnız bu rezaletle kalmayacaksın, mezarda bile ‘Endülüs’te olan koca İslâm devletini düşmana teslim eden alçak Ebu Abdullah-is’Sağir’in cesedi bu toprak altındadır.’ sözlerini işiteceksin.”
Endülüslerin bu acı akıbetlerinden ders alarak vatanımızı sevelim ve sevdirmeye gayret edelim. Allah’ın inayetine itimat edelim. Vatanımıza içerden ve dışardan tecavüz eden hainlere karşı dikkatli olalım ve vatan uğrunda hiçbir fedakârlıktan çekinmeyelim.
Dipnotlar:
89 Şualar.
90 Emirdağ Lahikası-I.