İnsan, Millet, Devlet

Şecaat (Cesaret, Kahramanlık)

Şecaat; hakkı müdafaa için insanın metin ve cesur olması, ihtiyaç hâlin­de şiddet ve tehlikelere karşı koymasıdır. Din, vatan ve namusa tecavüzde bulunanlara karşı en büyük çare şecaat ve cesarettir. 

Cesaret bir insan için daima lazım olan bir ihtiyaçtır. Bunun kaynağı ise imandır. Şecaatin makbuliyeti dinin emrettiği şekilde olmasıdır. Maneviyatı zayıf olan insanlarda korkaklık hakimdir. Korkaklık ise şecaate zıttır, zararlı bir haslettir. İnsanı düşmanlarına mağlup ettiren bir zafiyettir. Çünkü korkak bir insan hiçbir zaman rahat ve huzur bulamaz. Kendisini daima korku ve vahşet içinde görür, dehşete kapılır. İnsanın kıymet ve takdirini korkaklık kadar aşağılara düşüren başka bir şey yoktur. 

Şecaatli olanlar daima muzaffer olurlar, korkak olanlar ise daima hüs­rana uğrarlar. 

Peygamber Efendimiz (asm.) insanların en hayırlısı olduğu gibi, en şecaatlisi de O’dur. Şecaat kahramanı Hazret-i Ali (ra.) bir çok kez diyor­du: 

“Harbin dehşetlendiği vakit, biz Resul-i Ekrem Aleyhissa­latü Vesselam’ın arkasına iltica edip, tahassün ediyorduk.” 

Peygamber Efendimiz (asm.) tek başına İslâmiyet’i tebliğe çıktı ve bütün batıl itikat ve batıl dinleri mağlup ederek İslâmiyet’i dünyanın başı­na geçirdi. Her fazilette olduğu gibi şecaatin de en güzel örneklerini Peygamber Efendimizde (asm.) görmekteyiz. Hatta Huneyn Gazasında askerler geri çekildiği zaman, Peygamber Efendimiz (asm.) tek başına düş­mana hücum etmiştir. Bunu gören askerler tekrar geri dönerek savaşa katılıp, muzaffer olmuşlardır. Yani, harpten geri çekilen bir orduyu kahra­manlığı ile tekrar toparlayıp, savaşın kazanılmasına vesile olmuştur. Demek ki, şecaat büyük insanlara has bir haslettir. 

Hazret-i Ali (ra.) “Düşmandan kaçmam ve kaçan düşmanı da kovala­mam.” diyerek meydan-ı harpte daima celaldarane hareket etmiştir. 

Her nevi zulüm ve şiddete karşı mukavemet ancak şecaatle olduğu gibi, şecaat, ölümü de kemal-i sükunet ve huzur içinde karşılattırır. Tarihte oku­duğumuza göre Sokrat zehir dolu olan kadeh önüne sunulduğunda hiçbir telaş ve heyecan göstermeden, hatta çehresinin rengi bile değişmeden,

“Eğer müsaade ederseniz Cenab-ı Hakk’a son bir kulluk görevimi yapayım, ona dua edeyim, duamın kabul olunmasını rica edeyim.”

diyerek, dua ettik­ten sonra derhal kadehi eline aldı ve etrafında bulunan dost ve muhibleri­nin ağlamaya başladıklarını görünce, onları sükunete davet ederek “Merak etmeyiniz. Sakin ve cesaretli olunuz.” diyerek kadehteki zehri içti. 

Şu da bir hakikattir ki, şecaat dinin emrettiği veya izin verdiği yerlerde yapılmalı, haram olan işlerde yapılmamalıdır. Mesela, başkalarını ezerek, kuvvet göstererek hak edilmeyen bir şeyi güç kullanarak almak, şecaat değil, zulümdür ve haramdır. 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu