İnsanın Milletine Karşı Vazifeleri
İnsanın temel vazifelerinden biri de milletini sevmek ve ona fedakârane hizmette bulunmaktır.
İnsan, ailesini sevdiği ve onun fertlerine, şefkat ve yardım ettiği gibi, büyük bir ailesi olan milletini de öyle sevmeli, şefkat ve himmet etmelidir. Ailesine karşı fedakarlığı bir ise, milletine karşı bin olmalıdır. Bir insan, ailesinin dünyevî ve uhrevî saadetlerine hizmet ettiği gibi, milletinin maddî ve manevî terakkisi için de elinden gelen himmet ve gayreti esirgememelidir. Bu, onun için en büyük bir şeref olduğu gibi, biiznillah dünya ve ahiretini kurtarmasına da bir vesiledir. Evet,
“…Kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir.”41
Milletin sıhhat ve selameti için hamiyetperver ve fedakar kahramanlara her zaman ihtiyaç vardır. Madem ki dünya durdukça millet olarak yaşamak arzusundayız. Öyleyse bu gibi kahramanları yetiştirmek bizim için zaruri bir vazifedir. Bu vazifeyi azami derecede aşk ve şevk ile ifa etmek lazımdır. Bu, milliyetperverliğin gereği olduğu gibi, İslâm dininin de icabıdır. Yoksa bu millet için hiçbir gayret göstermeksizin ve fedakarlık yapmaksızın kavmiyetçilik iddiasında bulunmak, milletiyle cahilane iftihar etmek milliyetperverlik değildir.
Bugün dünyanın ilimde ve teknikte çok ilerlediğini görmekteyiz. Bu hal, hamiyetperver bir insanın fikrini uyandırıp gayretini tahrik etmelidir. Evet dünya böyle ilerlerken biz nasıl olur da tembelce yerimizde sayabiliriz?
“Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da, yalnız bizim için tedenni dünyası olsun?..”42
Asil, köklü ve necip bir milletin terakki ve tealisini bu milletin evlatları gerçekleştirecektir. Bu hamiyetperver zatlar, bu uğurda gerekirse mal ve canlarını feda etmekten çekinmeyeceklerdir.
Milletini bu şekilde düşünmeyen, sevmeyen ve hizmet etmeyen bir kavim çöküşe doğru gider ve sonunda tarih sahnesinden silinir.
Evet milletini sevmek ve ona hizmet etmek büyük bir vazifedir. Bu vazifelerin en önemlisi ise iman hakikatlerini yaşayıp yaşatmaktır. Milletin fertlerinde iman nuru hakkıyla inkişaf ettiği takdirde, hakiki insaniyet saadeti, o millette kemalini bulur. Aralarındaki kardeşlik, şefkat ve muhabbeti hiç kimse bozamaz; bu güzellikler sadece dünyada değil, cennette dahi devam eder. Şayet iman hakikatleri bir millette kemaliyle inkişaf etmezse,
o milletin fertleri sefahat ve dalaletin tesirinde kalarak geçici eğlencelerle akıllarını uyuturlar; hem dünyalarını hem de ahiretlerini tahrip edebilirler. Bu dağdağalı, kararsız dünya hayatında o mesut zannedilen millet çok yönden saadetini kaybeder.
Günümüzde gençlerimizin maddi ve manevi hayatını tehdit eden azim bir sefahat tehlikesiyle karşı karşıyayız. Bu sefahat, menfi ve dinsiz bir zihniyet tarafından planlanmakta ve gençler ahlâksızlığa teşvik edilmektedir. Gençlerin iradelerini ellerinden alarak, onları pervane gibi ateşe atmaktadır. Bu tehlikeye karşı iman hakikatlerinin inkişafından başka bir çare düşünülemez ve mümkün değildir. Çünkü müminde Allah korkusu ve mesuliyet duygusu vardır. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadesiyle:
“Kur’an-ı Hakim’in nazarında imandan sonra en ziyade esas olan tutulan takva ve amel-i salihtir. Bu zamanda tahribat ve menfi cereyan dehşetlendiği için takva bu tahribata karşı en büyük esastır.” 43
Binaenaleyh hamiyetperver bir insanın vazifesi gençleri bu sefahetten kurtarmak için takvayı esas tutup, ona göre hareket etmek ve bu yolda bütün gücüyle çalışmaktır.
Dipnotlar:
41 Hutbe-i Şamiye.
42 Münazarat.
43 Kastamonu Lahikası.