Gönül Damlaları

Onlarla Medresede Karşılaştık

Bahar mevsiminde bir mesiregaha davet edilmiştik.

Çiçeklerle tezyin edilmiş yemyeşil güzel bir bahçede ağaçların gölgesinde oturduk. Sağa sola nazar gezdirdim, etraf sakin ve heybetli dağlarla çevriliydi. O dağlar ki nazar-ı ibretle bakıldığında her biri bir esrar-ı azime…

Bir taraftan dağlardan nebean eden suların şırıltıları, diğer taraftan latif ve rengin kuşların terennümleri bu manzaraya ayrı bir letâfet katıyordu. Afak sevimli… Görülmeye şayan bir hal… Her şey taze bir hayat bulmanın neşesi içinde… Yaprakları şebnemler süslemiş… Sabah rüzgârı güzel rayihaları aheste aheste etrafa neşretmekte… Her şey taze bir hayat bulmanın neş’esi içinde…

Evet, şu bütün harika manzaralar kendilerinde cereyan eden füyuz ve tecelli-i ilahiyeyi insanın nazar-ı dikkatine takdim ediyordu. Hele çimenlerin aheste aheste ihtizazları en hazin gönülleri bile sürura garkediyordu. Kendi kendime dedim: Az idrak ve iz’an sahibi olan bir insan nasıl bu esrar-ı âliye ve tecelliyat-ı ilahiyeye karşı camid, hissiz ve şuursuz kalabilir?

Bu zümrütün dağların arasında tefekkür ve tezekkürden gönüllerimiz cüş-u huruşa gelerek, sanki uçuşuyorlardı.

Doğrusu, bedii manzaraları temâşâ etmek insan için cennetlerin fevkinde bir zevk-i âlidir.

Evet, âlemde şu asar-ı ilahiyeyi temâşâ etmekten daha tatlı, daha neşeli, daha zevkli bir şey var mıdır?

O güzel bağda Risale-i Nur Külliyatı’ndan gönüllerimizi coşturan, fikirlerimize yeni ufuklar açan şu tefekkür levhasını okuduk:

“Gel şimdi bir ağaca dikkatle bak! İşte bahar mevsiminde yaprakların muntazaman çıkması, çiçeklerin mevzunen açılması, meyvelerin hikmetle, rahmetle büyümesi ve dalların ellerinde, masum çocuklar gibi, nesimin esmesiyle oynaması içindeki latif ağzını gör. Nasıl bir dest’i kerem ile yeşillenen yaprakların dili ve bir neş’e-i lütuf ile tebessüm eden çiçeklerin lisaniyle ve bir cilve-i rahmet ile gülen meyvelerin kelimatı ile ifade edilen hikmetli nizam içindeki adilli mizan; ve adli gösteren mizan içinde bulunan dikkatli san’atlar, nakışlar vemeharetli nakışlar ve zinetler içinde rahmet ve ihsanı gösteren ayrı ayrı tatlı tatmaklar ve ayrı ayrı güzel kokular ve hoş tatmaklar içinde birer mu’cize-i kudret olan tohumlar ve çekirdekler, gayet zahir bir surette bir Sani-i Hakim, Kerim, Rahim, Muhsin, Mün’im, Mücemmil, Mufaddıl’ın vücub-u vücudunu ve vahdetini ve cemal-i rahmetini ve kemal-i Rububiyetini gösterir. İşte eğer bütün ruy-i zemindeki ağaçların lisan-ı hallerini birden dinleyebilsen: ‘Yüsebbihu lillahi mafissemavati vema fil ard’ hazinesinde ne kadar güzel cevherler bulunduğunu göreceksin, anlayacaksın.”(Sözler, Otuz Üçüncü Söz, On Dokuzuncu Pencere)

Dersin tesiriyle fikir ve ruhumuz bir ahenk ve huzur içinde inşirah buldu.

Üstadımızın bu halisane tefekkürleri, nazikâne ifadeleri, arifane marifetleri Kâinatı gözümüzün önüne bir kitap sahifeleri gibi açtı. Bu ibretli sahifelerde tecelli eden esma-i ilahiyenin semereleri ve esrar-ı ilahiyenin goncaları bizleri gayet mesrur ve mesut etti. Sanki onlar nur-u ilahiye münkalıb olarak ruhlarımızı cezb ediyor ve letâfetlerini gönüllerimizin en derin köşelerine kadar serpiyorlardı.

Nazarımıza tesadüf eden o latif çimenlerin renkleri, çiçeklerin manzarası bizleri hayrete düşürüyordu…

Akşam yaklaştığında, bu bedi’ letâfetlerden ayrılmayı gömülerimiz pek arzu etmediği bir hâlde oradan ayrıldık.

Bu halet-i ruhiye ile medreseme döndüğümde Zafer okuyucularından birkaç genç ziyaretime gelmişlerdi. Tanıştık ve sohbet ettik. Bir ara şöyle dedim:

Hayatınızın en faydalı devresindesiniz. Yaşınızın ilerlemesi nisbetinde fikir ve istidadınızın da tekemmül etmesi, gelişmesi lazımdır. İnsanda güzel seciyelerin yerleşmesi ve neşvü nema bulması ancak bu çağda olur. Önünüzde ebede açılan, sonsuz bir istikbal duruyor. Onu temin ve takviye etmek için aklınızı fünun-u cedide ile tenvir ettiğiniz gibi, kalbinizi de nur-u marifet ile ziyalandırınız.Ta ki, istikbaliniz daha büyük saâdetlerle ve daha tatlı sürurlar ile size takarrüb etsin. Siz öyle bir saâdete talip olunuz ki hiçbir keder onu takibetmesin. Sizi hüzne, kedere ızdıraba düşürecek bütün zevk ve sefalardan bütün kuvvetinizle kaçınız. Sizi her türlü ızdıraptan azade edecek hakikatları takib ediniz.Ta ki güneş gibi olasınız. Alem sizden istifade ve istifaza etsin…

Sizi Zafer okuduğunuz için tebrik ederim… Zafer cidden büyük bir hizmet ifa ediyor. Zira, Risale-i Nurdaki ulvi hakikatları fünun-u cedide ile mezcederek gençlerimizin idrakine en güzel bir şekilde takdime muvaffak oluyor.

Malumunuz bugün insanlar arasında binbir çeşit efkar-ı batıla zihinleri ifsat ve idlal ediyor. Hatta bunların ekserisi artık sinsice ve kılıf değiştirerek geliyorlar.

Ben, zaman zaman bu tarz cereyanların tesirinde kalan gençlerle karşılaşıyorum. Hepsinin ortak vasfı; ruhları sersem, akılları geveze, mizaçları bozulmuş, kalbleri kin ve iğbirar dolu. İbadete karşı lakayd, ahlakta edeb ve erkândan uzak, mazisinden kopuk, ecdâdına, tarihine hürmetsiz, hatta düşman…

Zafer’in okuyucularının bütün menfi cereyanlardan uzak olduğunu görmekle memnun ve mesrur oluyorum. Allah’a binlerle hamd ediyor ve bu dergiyi çıkaranlara dua ediyorum.

Sohbetimiz samimi, tatlı bir hava içerisinde devam ediyordu. Bir ara mevzu mazi ile halin mukayesesine gelmişti. Gençlerden birisi, “Hocam, dedi Zafer’in bu sayısında şu mevzuya dair bir yazı var. Arzu ederseniz okuyayım.” dedi ve yazıyı okumaya başladı.

Yazı gerçekten ecdâdımızın güzel seciyelerine, ilim ve irfanlarına, tarihimizin celadet ve şecaatlarına, şan ve şereflerine ait harika bir makale idi. Yazıyı sonuna kadar zevkle dinledim ve gençlere şunları söyledim:

Görüyor musunuz? Bizler o şeref ve meziyetleri nasıl perde-i gaflet altında bıraktık. Neden onları nazar-ı ehemmiyete almadık. Şu habis medeniyeti büyük bir meziyet ve kibarlık saydık, aldandık ve aldattık. Şu beka-ı hayatımız olan evlatlarımıza karşı kalbimizin şefkat ve muhabbet kapılarını kapıyarak, onları dalalet, sefahat ve sefalet çukurlarına terk ettik. Asırlarca berdevam eden şu binayı saâdeti nasıl tarumar ettik.

Sohbetimi şöyle tamamladım:

Cenab-ı Hak ecdâd ile evlad arasında ciddî bir meyil ve münasebet koymuştur. Bu noktadan, onlara ait şeref ve meziyetleri tasavvur ettikçe efkâr ve hissiyatımız mütelezziz oluyor.

Okuduğunuz makaleyi dinlerken O şerefli mazi bütün haşmet ve şehametiyle, meziyet ve haysiyetiyle fikir ve hayâlimin adeta önünde tecessüm etti. İftihar ettim, sürur duydum.

Ben sizleri o şanlı, şerefli ecdâda layık şuurlu, iffetli, ahlâklı bir nesl-i cedid olarak görüyor ve teselli buluyorum. Sizlerde istikbâlimizi tenvir edecek, ziyalandıracak bir fecr-i sadığın tulûunu müşahade ediyorum ve geleceğimize ümitle bakıyorum.

İnşaallah istikbal devr-i nur ve devr-i saâdet olacaktır.

Mayıs 1985
Mehmed KIRKINCI

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu