Bediüzzaman'ı Nasıl Tanıdım?

Risale-i Nur’daki Mantık Kuvveti ve İstidlal Gücü Harikuladedir

Risale-i Nurlar, asrın anlayışına mutabık, yeni izah tarzları getiren, çok zengin misâl ve mukayeselere sahip, muknî eserlerdir.

Risale-i Nur delil ve istidlal açısından hârikadır. Mes’elelerin tahlil ve değerlendirmesini yaparken kışrı çatlatır, lübbü gösterir. Her şeyin esasını, özünü izah eder. Temele iner, hâdiseleri menbaına bağlar. Hakikati net ve tekellüfsüz gösterir. Âlemdeki güzellik, tenasüb, intizam, mîzan, tertib ve tavzif perdelerini açar, Şems-i Ezel ve Ebed’i akıl ve kalblere gösterir.

Eserden, müessiri nâmına bahis açar. San’atta, san’atkârını takdir ettir. Her şeyde Sultan-ı Ezelî’nin saltanatını ilân eder Vahdaniyet-i İlâhiyye’yi isbat eder. Kâinatı nazar-ı mütalâaya sunar, bir kitap gibi okur ve okutur.

Herhangi bir mes’eleyi izah ederken tasvir ve iddia ile iktifa etmez. İddiasını mantığın eline verir. Dimağı bir lâboratuvar haline getirip muhatabına mes’eleyi çok yönleriyle tahlil ettirir. Delilleri çok cihetle birbirleriyle bağlayarak akla te’sir icra eder. Fikirde müşterek noktaları öylesine bir maharetle bir araya getirerek mânâya kuvvet kazandırır ki, hakikati muhatabın gözlerine gösterecek kadar bedihileştirir.

Hakikatları öyle bir tasnif, tahlil ve mukayese ile ele alır ki, zihinlerde bir fikir silsilesi te’sis ile hayali zenginleştirir, kalbe itminan verir, fikre genişlik ve derinlik kazandırır. Hakikatin güzelliği ile delillerin mükemmelliğini, üslûbun kıvamı içerisinde maharetle öylesine yoğurur ki gönüllerde tam bir itmi’nan ve kâmil bir huzur sağlar.

Risale-i Nur bunun misalleriyle doludur. Bunlardan sadece iki misâl göstermekle iktifa edeceğiz:

Evet, ni’met içinde in’am görünür, Rahmân’ın iltifatı hissedilir. Ni’metten in’ama geçsen, Mün’imi bulursun. Hem, her eser-i Samedânî, bir mektup gibi, bir Sâni-i Zül-celâl’in esmasını bildirir. Nakıştan mânaya geçsen, esma yoluyla Müsemmâ’yı bulursun. Madem şu masnuat-ı fâniyenin mağzını, içini bulabilirsin, onu elde et, mânâsız kabuğunu, kışırı acımadan fena seyline atabilirsin.” (Sözler, On Yedinci Söz)

Hem nasıl ki bulutsuz, gündüz ortasında, güneşin deniz yüzünde, bütün kabarcıklar üstünde ve karada bütün parlak şeylerde ve karın bütün parçalarında cilvesi göründüğü gibi, aksi müşahede edildiği hâlde, güneşi inkâr etmek, ne derece âcib bir divanelik hezeyanıdır. Çünkü: O vakit bir tek güneşi inkâr ve kabul etmemekle, katarat sayısınca, kabarcıklar mikdarınca, parçalar adedince, hakikî ve bil’asâle güneşcikleri kabul etmek lâzım geliyor. Her zerrecikte, (ki ancak bir zerre sıkışabildiği hâlde) koca bir güneşin hakikatini içinde kabul etmek lâzım geldiği gibi, aynen öyle de: Şu sıravâri içinde her zaman hikmetle değişen ve düzgünlük içinde her vakit tazelenen şu muntazam kâinatı görüp, Hâlık-ı Zülcelâl’i evsafı kemâliyle tasdik etmemek, ondan daha berbat bir dalâlet divaneliğidir, bir mecnunluk hezeyanıdır.” (Sözler, Onuncu Söz)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu