Bediüzzaman’dan İlk Okuduğum Eser Münazarat Oldu
Bediüzzaman Hazretlerinin hakkında hocalarımdan edindiğim bu malûmatlar, ruhuma fevkalâde te’sir etti. O’nun tanımaya ve eserlerini okumaya kalbimde şiddetli bir arzu uyandı. İlk defa Hocam Nâdir Efendi’den O’nun “Münazarat” isimli eserlerini aldım. Hocam eseri bana verirken; bu eserin, meşrutiyet ve hürriyeti yanlış değerlendiren ve isyana hazırlanan aşiretleri itidale getirdiğini ve muhtemel bir ayaklanmaya mani olduğunu söylemişti. O’nun bu ifadeleri eseri okuma şevkimi iyice arttırdı. Bu kitap, yüz kadar soru ve cevaptan müteşekkildi. Muhteviyatında; milletimizin terakki ve tealisine ışık tutan ve tazeliğini her zaman koruyan küllî kaideler ve hayatdâr düsturlar vardı.
Eser, şu cümle ile başlıyordu:
“İslâmiyet, Güneş gibidir, üflemekle sönmez. Gündüz gibidir, göz yummakla gece olmaz. Gözünü kapayan yalnız kendine gece yapar.”
İnsanı körü körüne taklitten kurtarıp, düşünmeye tahkike sevkeden şu ifadeler ise, cidden hârika idi:
“Her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz. İşte size söylediğim sözler hayalin elinde kalsın, mihenge vurunuz. Eğer altun çıktı ise kalbde saklayınız. Bakır çıktı ise, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz.”
Eser baştan sona ulvî fikirler ve hayatdâr düsturlarla doluydu. Kitabı, ferdî ve içtimaî hastalıklarımızın çareleri ile dopdolu buldum. Muhtevası çok geniş olan bu eser, gerçekten, bir cemiyeti, bir milleti yahut bir devleti düştüğü buhran ve bunalımlardan kurtaracak harikulade bir metodlar manzumesiydi.
Hocamın ifadesine göre, O’nun bu yüksek fikirlerine karşı çıkarak memleketin gittikçe daha kötüye gideceğini söyleyen bir âlime Bediüzzaman Hazretleri şu karşılığı vermişti:
“Neden dünya herkese terakki dünyası olsun da, yalnız bize tedenni dünyası olsun?.. Öyle mi? İşte ben de sizinle konuşmayacağım, şu tarafa dönüyorum, müstakbeldeki insanlarla konuşacağım:”
“Ey üç yüz seneden sonraki yüksek asrın arkasında gizlenmiş ve sâkitâne Nur’un sözünü dinleyen ve bir nazar-ı hafi-i gaybî ile bizi temaşa eden Saidler, Hamzalar, Ömerler, Osmanlar, Tâhirler, Yûsuflar, Ahmedler vesaireler!.. Sizlere hitap ediyorum. Başlarınızı kaldırınız, ‘Sadakte!..’ deyiniz. Ve böyle demek sizlere borç olsun. Şu muasırlarım varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz-telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ bir baharda geleceksiniz. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz, hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mazi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin (Haşiye) mezartaşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kalanın başına takınız.”
“Haşiye: Medresetüzzehra’nın1 Van’daki numunesi olan ve vefat eden Horhor Medresesi’nin mezar taşı hükmünde bulunan Van Kal’ası demektir.”
Bediüzzaman’ın bu hitabı benim kalbime öyle bir kemend attı ki, husule getirdiği derin heyecanlarla, içimde Van’a gitmek ve Horhor’u ziyaret için büyük bir iştiyak uyandırdı. Bu iştiyak her gün biraz daha şiddetleniyordu. Tatili sabırsızlıkla bekliyordum. Bu arada, Bediüzzaman’ın diğer eserlerinden de kısmen okudum. Okudukça, Bediüzzaman Hazretlerine olan hayranlığım kat kat artıyordu.
Dipnotlar:
1 Medreseüzzehra: Bediüzzaman’ın doğuda te’sisine çalıştığı, din ilimleri ile fen ilimlerinin birlikte okutulmasını istediği ünüversitenin adı…